15 Ağustos 2008 Cuma

Bangkok - 'Eski' ile 'Yeni'nin Çelişik Kardeşliği

28 Temmuz'da İstanbul'da Bostancı iskelesinde başlayan yolculuğumuzun ilk durağı, yaklaşık 15 saat süren zincirleme 3 ayrı uçuşla (İstanbul - Dubai - Singapur - Bangkok) 29 Temmuz'da ulaşabildiğimiz Tayland'ın başkenti Bangkok idi. Orda bizi, 6 yıldır Bangkok'ta yaşıyor olmasının etkisiyle çok deneyimli ve bilgili rehberimiz İlker Bey karşıladı, otobüse bindik ve otelin yolunu tuttuk.


Havaalanından otele varıncaya kadar geçen sürede, otobüsten şehri gördüğüm kadarıyla ilk izlenimim çok da hoş olmadı. Yağmur mevsimi oluşundan kaynaklı insanı 10 dk içerisinde yapış yapış eden yüksek bir nem oranı, hava kirliliğinin de tuz biber ektiği gri bir gökyüzü, ve trafik ışıklarının polisler tarafından manüel idare edildiği, nerdeyse "İstanbul'a kurban olayım" dedirten ve hiç bu kadar çok motoru bir arada görmediğim kaotik bir trafik yoğunluğu, "Tayland'a hoş geldiniz" dedi. Dahası, pek çok modern yapının içinde ve gökdelenlerin arasında eski Tai usulü ahşaptan yapılmış ve miadını doldurmuşçasına yıpranmış, "yanından tır geçse sarsıntıdan yıkılır bu ev" diye endişelendiren pek çok ev, eskiyle yeninin çelişik kardeşliğini simgeler gibiydi şehirde ve nedense ben bu durumdan çok da hoşlanmadım. Yeniyle eskinin bu denli birbirine sırnaşık halini pek sevemedim.

Etrafta hiç bir ayrıntıyı kaçırmadan izlemeye çalışırken otelimize gelmişiz. Prince Palace Hotel; hakikaten prensin oteliymiş, "Boboe Tower" diye bilinen 32 katlı bu binanın 19. katında, 3 gün boyunca manzarasıyla mest olacağımız bir oda düştü şansımıza :) 15 saat süren yolculuğun üstüne, hemen bir duş aldık ve şehir turuna çıktık.




lk durağımız, en önemli tapınaklardan biri olan Altın Buda Tapınağı idi. Fotoğrafta görülen Buda heykeli tam tamına

4,5 tonluk saf altından yapılmış olduğuna bilmem inanır mısınız ama öyle :)




Daha sonra, Yatan Buda heykeline ev sahipliği yapan, aynı zamanda Tai masajının çıkış yeri olan Wat Pho’ ya gittik (Wat, Tai dilinde tapınak demek). Bu heykel aynı zamanda en büyük Buda heykeli; “büyük”, bu heykelin boyutlarını anlatmak için tamamen fukara kalacak bir kelime. Gördüğümde “Yoookk böylee bir şeeeyyy!!!” deyip dakikalarca izlemiş, devasa boyutları karşısında hem büyülenmiş hem de şaşkınlıktan nerdeyse küçük dilimi yutacak bir hal almıştım. 46 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğinde olan bu muazzam heykelin hatırasını geniş açı bir lensle kayıtlara almak mümkün olsa da, heybetini anlayabilmek için ancak gözlerle görmek gerek.

Yine bu tapınakta, huni şeklindeki mezar taşlarının ince işçiliğine ve tapınakların sıcak renklerle bezenmiş mimari güzelliğine hayran olduk.






Daha sonra Siam meydanındaki devasa aynı zamanda oldukça ucuz bir alış veriş merkezi olan MBK’ye girdik ve yemek yemek için restoranların olduğu kata gittik. Sen misin bu kata giren; girmemizle çıkmamız bir oldu. Daha önce Çin’e, Tayland’a giden arkadaşlardan duymuştuk kullandıkları yağın kokusunun ne denli tahammül edilemez olduğunu ama bu kadarını hayal edememiştik… Bunun üzerine her gittiğimiz yerde fast food yemek zorunda kaldık.


İlk günü bu şekilde tamamladıktan sonra akşam erkenden sızdık kaldık.



Ertesi gün sabahtan Bangkok’a yaklaşık bir saat süren karayolu ve ardından da 20 dk kanalda Venedik gondollarına benzeyen ince uzun botlarla yaptığımız yolculuk sonucu Yüzen Çarşı’ya gittik. Eski zamanlarda yollar olmayınca kanal kenarına yapılmış evler arasında ulaşımı da aynı şekilde sağladıkları gibi, alış verişi de bahsettiğim ince uzun sandal ya da botlarla su üzerinde yaparlarmış. Günümüzde evlerin arkalarına yollar yapılmış artık ama suyun nimetlerinden yararlanma geleneği Yüzen Çarşı’da hala devam etmekte; ancak sadece öğlen 12’ye kadar. Öyle tüm gün sıcağın altında çalışmak hiç Tai insanına göre değil, rahat insanlar :)

Tayland'da satıcılar oldukça ısrarcı ve sıkı pazarlık gerektiriyorlar. 1200 Baht dedikleri bir ürünü, 300-400 Baht'a almak çok olası, özellikle Bangkok'ta. İlk fotoğraftaki satıcıyla sıkı bir pazarlık sonucu tanesi 350 Baht diye uzattığı tablolardan tanesi 175 Baht'a 2 tane aldık, şimdi salonumuzda asılı :)

Bangkok'a geri dönerken yolda bir ahşap atölyesine uğradık, ben burada "sanat " diye adlandırmak istediğim birkaç esere aşık oldum. Hatta aşık olmakla da kalmadım, "2 gün sonra doğum günüm, bu şımarıklığı hak ediyorum" diyerek eşşek ölüsü gibi ağır yaklaşık 55 cm uzunluğunda, 25 cm genişliğinde, ahşaptan yapılma bir baykuş satın aldım. Doa'cım sağ olsun çok çekti nazımı bu baykuşu taşırken :)

Ardından Bangkok'un ömür törpüsü trafiğine bir kez daha girerek, bir buçuk saat gecikmeyle bir masaj salona gittik ve Tai masajı neymiş gördük :) Yoğurma, ovma gibi teknikler kullanılmıyor bu masajda, daha çok vücuttaki belirli noktalara elle uygulanan basınç sayesinde, vücuttaki kan dolaşımının rahatlaması sağlanıyor. Ara sıra çığlık atmama ramak kalan anlar yaşadım ama yine de tavsiye ederim, iyi bir şey :)

Aynı akşam çok çok çok büyük bir balık restoranına gittik. Slogan şu: "If it swims, we have it" (Eğer yüzüyorsa bizde vardır). Hakikaten de öyle, menüsü "Denizden babam çıksa yerim" zihniyetiyle hazırlanmış bir yer. Önce reyondan ne yemek istediğinizi canlı canlı seçiyorsunuz, sonra kasada tarttırıp ücretini ödüyorsunuz ve masaya gidince bir garson geliyor, nasıl pişirilmesini istiyorsanız söylüyorsunuz, yapıp getiriyorlar. "Bakın ne kadar taze ürünlerimiz" diye reyona dizdikleri canlı canlı yengeçleri kollarından bağlandıkları iplerden kurtulmaya çalışırken ve de balıkları can çekişirken görünce, deli gibi acıkmış olmama rağmen, insanı vejeteryan yapmaya zorlayan bu manzara karşısında tüm iştahım kaçtı ve salata yemeyi tercih ettim. Hal böyle olunca, Doa'cım afiyetle sildi süpürdü masayı.

Yemekten sonra pek çok ünlü markanın, özellikle Rolex saatlerin imitasyon ürünlerinin makul fiyatlara bulanabileceği Patpong gece pazarına gittik ve Doa'nın ayaklarını huzura erdirecek çakma Diesel bir sandalet, bir de yine Doa'ya daha büyük bir omuz çantası aldık.

Bangkok'taki 3. aynı zamanda son günümüzde, sabah yine erkenden yollara düşüp daha önce bahsettiğim ince uzun botlardan biriyle kanal turu yaptık. Kanal kenarındaki Tai usulü evler ve birkaç yüz metre ileride dev oteller ve modern başka binalar, eskiyle yeninin içi içe duruşunun çok daha net bir görüntüsünü sergilemekteydi. Bangkok'taki 3. önemli tapınak olan Wat Arun'u da bu tur sırasında gördük ve fotoğrafladık (bkz. son fotoğraf).








Ve yine bu tur sırasında, kobralar ve pitonlarla yapılan bir şov izlediğimiz yılan çiftliğine uğradık. Yılanlardan pek haz etmediğim için, itiraf ediyorum korktuğum için :), şovdan da çok hoşlanmadım. Dolayısıyla şovun değil daha çok çiftliğin girişinin fotoğraflarını çektim :)

Bangkok'taki son öğleden sonramızda, daha önce otele gidip gelirken gördüğümüz Lumpini Park'a, hem dinlenelim hem de belki bir kuş görür de çekeriz şansımıza diye gittik. İyi ki gitmişiz. Kuş çekmekle kalmadık, rehberimizden öğrendiğimize göre, Taililerin görünce hayatlarının uzadığına inandıkları gövdesi timsaha, kafası daha çok yılana benzeyen Tuke isimli sürüngeni görme şansımız oldu. Umarım hayatlarımız da uzamıştır :)

Lumpini parktan çıkarken saat 6 olmuştu ve parka bir sessizlik çöküverdi. Bu şahit olduğumuz enteresan olay şöyle devam etti. 7'den 70'e genci yaşlısı parkın girişinde sıralanmış, önce saygı duruşuna geçildi, sonra milli marş çalındı ve daha sonra bir lider eşliğinde spor yapmaya başlanıldı. Bizde bir işe başlarken "bismillah" denildiği gibi, bu ülkede de sanırım milli marş okunuyor. Daha sonra öğrendik ki, her sinema seansından önce de Tai insanı önce saygı duruşuna geçiyor, milli marş okuyor ve daha sonra film izlenmeye başlıyormuş :)

Gün batmadan önce, parkın önünde kralın heykelinin kenarına oturduk ve kültürleri bizden oldukça farklı olan Tai insanlarını izlemeze başladık, ve kadrajıma takılanlardan bazılarını paylaşayım istedim.









Kral demişken aklıma geldi. Tayland'da krala sonsuz bir saygı var, her yolda sokakta çoğunlukla altın sarısı varak kaplı bir çerçeve içinde fotoğrafını görmemek neredeyse olası değil. Kralın heykeline ve fotoğrafına bile, ellerini kafasının üstünde birleştirip selam verip, yoluna öyle devam eden insanlar gördük. Dahası, Bangkok'ta en önemli caddelerin adı Rama 1, Rama 2, Rama 3, Rama 4 (Kral 1, Kral 2...). Söylemeden geçemeyeceğim, eskiden bizde sultanların sanatçı bir yanının olduğu gibi, Tayland kralının da resim yapmak, enstrüman çalmak, şiir yazmak ve de fotoğraf çekmek gibi sanatçı bir yönü varmış, ve de yine şehirde asılı bir fotoğraflarından birinde gördüğüm üzere Kral da Canon'cu; hatta yandaki fotoğrafta da makinesi boynunda asılı :)

Bu fotoğrafta daha önce bahsettiğim yoğun motor trafiğini de görmek mümkün. Fotoğrafın alt ortasında, şehirde rengarenk taksilere ek olarak yine taksi görevi gören 3 tekerlekli bu çok sevimli görünen aracın adı tuk tuk :) Son akşam otele onlardan biriyle dönerken, gaza getirecek hiç bir şey yapmamış olmamıza rağmen, sürücünün yapmadığı artistlik (tuk tuku arka iki teker üstünde şaha kaldırıp öyle sürmek gibi), trafikte atmadığı makas kalmadı. Tuk Tuk denilen bu aracın görüntüsüyle içinde yolculuk etmenin yarattığı hissin doğru orantılı olmadığını da böylece öğrenmiş olduk. Korkudan sıkı sıkıya tutunmuş giderken durduğumuz bir kırmızı ışıkta, nihayet Adanalı olduğumu ve aynı zamanda kökenimin Osmanlı'ya dayandığını hatırlayıp, ensesine okkalı bir tokat çakmak istesem de kafasına hafifçe vurmakla yetindim ve bir de kulağını çekince efendi efendi götürdü bizi otelimize :) Altta en son fotoğraftaki yine bir tuk tuk sürücüsü :)

Rehberimiz Tai insanının ölümden sonra tekrar var oluşa inandıkları için -ki muhtemelen "şimdi işçiyim ama bir daha kral olarak dünyaya geleceğim" ümidi taşıyanlar olsa gerek-, sakin, rahat ve genelde gülümseyen insanlar olduklarını söylemişti ama benim karelerime çoğunlukla mutsuz ve yorgun ifadeler takıldı; işçiyken köle de olabileceği olasılığının farkında olanlar olsa gerek... :)